DAĞ - KÖY ŞİİRLERİ
DAĞLARA DÖNECEĞİM
Sırtımda hançer saplı
Kanım akmıyor
Ben dağlardan geldim beyim
Dağ gibi ananın doğurduğu
Feleğe mihnet etmeyen babanın yoğurduğu
Dağların oğluyum
Bilemezdim
Dost demenin güvenmenin
Bir hançer darbesiyle yere serileceğini
Meğer şehirlerde böyle olurmuş
Paran kadar adam
Paran kadar itibarın olurmuş
Ben bilemedim beyim
Ben oyun oynamayı bilmem
Adam satmayı
Çamura yatmayı
Mazluma çatmayı bilmem
Oyun dendi mi bar tutarım
Doru taya biner cirit atarım
Sen benim dağlarımı bilir misin?
Benim dağlarımda dağ gibi adamlar var
Bıyığına adam asılır
Namus için şeref için
Evler yakılır köyler basılır
Benim dağlarımda Yorgun turnalar eğleşir
Elleri böğründe kardelenler yetişir
Dadaloğlu’nun ruhu
Bolu beyine meydan okuyan
Köroğlu’nun naraları titreşir
Şimdi yorgunum kırgınım
Yüce dağların başında esen yeller
Doru tayın kişnemesini getirmiyor
Kör pınarın cığıl daması duyulmuyor
Mor menekşeli yaylalarımda
Yiğitlerin obası vardır
Gelinlerin sevdası vardır
Benim sevdam oralarda
Beni ancak dağlar bağrına basar
Ben senden ne istedim beyim
Sadece gönül makamı istedim
Bilirsin ki gönül makamı
En mukaddes en muhteşem hediyedir
Yoksa neme gerek
Dünyanın şanı şöhreti
Parası pulu
Makamı mevkisi
Benim dağlarımda
Türkmen kızları
Ak toynaklı taylar ile yarışır
Çerkez kızları kartallarınan yarışır
Avşar gelinleri ceylanlarınan eyleşir
Yinede hakkını helal et
Ben dağlardan geldim
Dağlara döneceğim
Dağlara döneceğim
BALKON ÇİÇEĞİM
Balkonlarda büyüyen,
Benim küçük bebeğim.
Sana bakarken hüzünlendim,
Oyuncakların güzel olsa da,
Mutlu değilsin.
Kör sağır betonların arasında,
Kafesteki bülbül gibisin.
Neler düşünürüm bir bilsen,
Neyi hayal ederim.
Şu geçim kaygısı olmasa,
Şu muhannet olmasa.
Seni alsam, köye götürsem.
Köye yaklaşırken,
Eben bizi mutlaka görür.
Çünkü onun gözleri yoldadır.
Sen önden koşsan, sarılsan ona.
En çok kızdığı şey, annenle bana,
"Torun sevdirmediniz" derdi,
Şöyle doyasıya, kana kana.
Şimdi bizim ellere bahar gelmiştir,
Koyunlar kuzulamıştır,
Ağzı burnu fındık gibi,
Kelebek gibi uçuşan körpe kuzular.
Yörebin üstünde daş ağıl var,
Köselerin Memmet emmi ordadır.
O bilir dağların dilini,
Koyaklardaki çiğdemi.
O bilir yürek sızısını,
Türkülerin hasını,
Ağıtların en acısını.
Balkon çiçeğim, küçük meleğim,
Ben de bu dağlarda büyüdüm.
Ne zaman bir sıla türküsü duysam,
Ağlamaklı olduğum ondandır.
Sen balkonlarda ne kadar yalnızsan.
Bende senin kadar yalnızsın
Elimde olsa, seni buralarda büyütür müydüm?
Korkuyorum bu gürültülerden,
Bunalıyorum şehrin küflerinden.
Sen benim bebeğimsin,
Yüzün ne kadar da beyaz,
Kolların ne kadar halsiz.
Tabiki ardıç kokulu dağların
Havasını koklayamadın.
Balkonlara toz yağıyor, is yağıyor,
Senin körpecik ciğerlerine gelip dolmuyor
Ah yavrum.
Ben de senin gibi çocuktum bir zamanlar,
Âşıklarım vardı,
Pınarlarım çağlardı,
Ayaklarım yalındı,
Başım kabaktı,
Ama mutluydum,
Benim güzel balkon çiçeğim.
Bir gün sende büyüyeceksin,
Kim bilir ne badireler geçeceksin.
Elinde olursa, durma buralarda.
Balkonlarda çiçek büyütme.
Yolun bizim köye uğrarsa,
MELİKGAZİ türbesini ziyaret et,
Öksüz çama uğra, selamımı söyle,
Körpınar az ilerdedir,
Kana kana suyundan iç,
Ebemin, dedemin mezarlarına uğra,
Üç İhlas bir Fatiha oku,
Seni mutlaka görürler.
Çünkü onlar torun hasretiyle,
Gözleri açık gittiler.
Ardıçlı dağlara doğru yürürsen,
Her çalı, her ağaç sana kucak açar.
İğdenin üstüne varırsan,
Yolun büküşüne bak,
Orası,
Kağnıyı ebeş öküzün üstüne devirdiğim yerdir.
Yolaşan'ın yolları dar, dikinedir,
Kara öküzün dizlediği yerdir.
Yolda karşılaştıklarına mutlaka selam ver.
Tarlada çalışanlara "kolay gelsin" de,
Soran olursa,
"Ben Osman Çavuş'un kızı,
Nadiye'nin torunuyum,
Babamın hepinize selamı var,
Sizleri çok özlemiş..."
De.
GÖRESİ VARMIŞ
Ardıçlı dağların çamlı bellerin
Baharda çiğdemi deresi varmış
Gülistan bağında gonca güllerin
Şeyda bülbülünü göresi varmış
Göresi varmış göresi varmış
Şeyda bülbülünü göresi varmış
Helali kazandım haramdan kaçtım
Parayı sevmedim savurdum saçtım
Derdimi tabibe hâkime açtım
Benim bu derdimin süresi varmış
Duman sarmış gelip yaban yazıya
Dayanır mı yürek bunca sızıya
Gurbet elde kalan körpe kuzuya
Ananın kuzuyu sarası varmış
Sarası varmış sarası varmış
Ananın kuzuyu sarası varmış
BEN GÖNÜL DAĞINA GİDİYORUM
Issız gecelerin ötesinde,
Gönül pınarıma yorgun bir turna kondu.
Gözleri nemli, yüreği kırgın.
Adını bilmediği nice sevda türkülerin geçmiş,
Adını bilmediği nice yaylaların üstünde kanat çırpmış.
Vadilerin içinde kıvrılarak akan,
Derelere doğru akmış.
Kim bilir;
Sis çökmüş tepelerin eteklerinde,
Çobanların konuşarak,
Yanık kaval seslerinde
Nice ölümsüz sevdaların,
İnleyen namelerini dinlemiş.
İçime bakışı dilimi bağladı.
Ben soramadım,
Onun anlatmaya gücü yetmedi,
Sadece gözlerimizle konuştuk.
Nice çıkmaz sokakların,
Sapağında karşısına çıkan,
Adı yalnızlık olan,
Bana benzeyen,
Nice kahır mektuplarında,
Kendini buluşun,
Acı hikâyesi.
Yalın ayak gelinen yolların türküsü.
O yollarda kaç Kerem Aslı'ya,
Kaç Mecnun Leyla'sına,
Adres sormuş.
Ama Aslı'da Leyla'da,
Bir daha gelmeyecek yıllar gibi,
Geçip gitmişler.
Bu hasret içinde turnam,
Başladı anlatmaya:
Benim hayatımdaki her şey yalan,
Gerçek olan sadece hatıralarım.
Kartalların özgürce kanat çırptığı,
Deli tayların çılgınca koştuğu,
Dağların arasında bir köy var.
Ben oralıyım.
Ne zaman doğduk, ne zaman büyüdük,
Hiç hatırlamıyorum.
Hatırladığım şeyler bulanık,
Eskisi kadar net görünmüyor.
Bak, kanatlarım eskisi kadar güçlü değil.
Bilmiyorum, üstümden kaç mevsim geçti.
Kopan fırtınalar, yağan yağmurlar yormadı da,
Bir avcı vurdu beni can evimden.
Gezdiğim onca diyarda hekim aradım da,
Dermanı yok imiş.
Alıştım onsuz yaşamaya.
Geçen yıllarla birlikte,
O yara kabuk bağladı,
Küllendi, soğudu.
Biliyor musun?
Zaman gittikçe daralıyor.
Artık anlamlı sözlerin bile anlamı kalmadı.
Ben gönül dağına gidiyorum.
Kanatlarımın gücünü oraya sakladım,
Bir gün dönebileceğim ümidiyle,
Her gün takat biriktirmiştim.
Gençliğimin en güzel günlerini,
Adını bilmediğim,
Gölge mutlulukların peşinde harcadım.
Üzüldüklerim, sevindiklerim bana ait değildi.
Tıpkı benim bana ait olmadığım gibi.
Şu anda aldatıcı görüntüler içinde,
Tuhaf bir yaratık gibiyim.
Başkalarının güldüğü şeylere ağlarım.
Hiç olmayacak şeylere umut bağlarım.
Bazen kırık dökük hayallerde kaybolurum.
Nice dağlar büyüttüm yüreğimde,
Hepsine kar yağdı.
Üşüyen ben oldum,
Donan ben oldum.
Yol gitmez, kervan geçmez yerlere,
Konan ben oldum.
Bunları anlatırken üzüldüğümü zannetme.
En son neye üzülmüştüm?
Gözlerimden süzülen damlalar,
Kuruyalı kaç yıl oldu, bilmiyorum.
Dedim ya,
Ben gönül dağına gidiyorum.
Benimle gelir misin?
Orada bozkırın ezgilerini beraber dinleyelim.
Dağları delen Ferhat orada,
Çölleri yar eden Mecnun orada.
Orada insanlar parayla satılmıyor,
Dost orada,
Özlediğim ne varsa orada.
Hasret ateşiyle yanmak orda bitecek,
Ve menzil kanatlarımın ucunda.
Son bir gayretle kanat çırparak,
Ben gönül dağına gidiyorum......
BENİM İÇİN
Ah şu gurbet kimin için,
Yar yâresi yanar içim.
Ben sana ne yaptım felek,
Karlı dağlar benim için.
Yüreğine köz mü değdi,
Gözlerine göz mü değdi.
Hatırına söz mü değdi,
Sazım ağlar benim için.
Yâre giden yol kapanır.
Akşam olur gün dolanır.
Kaynayan pınar bulanır.
Akan çaylar benim için.
Dağlarda ardıçlar ağlar,
Umuduma yağdı karlar,
Seni de yalnız koyarlar,
Giden yollar benim için.
Ağaçlarda yeşil perde.
Börtü böcek gezer yerde,
Mor menekşe gülüm nerde
Hozan bağlar benim için.
Âşık Ziya’m küstün yâre,
Dünya zindan düştüm dare,
Ellerinle koy kabire,
Yitik mezar benim için.
BENİ KÖYE GÖTÜRÜM
Ayrı düştüm çok sevdiğim elimden
Ahû zarım düşmez oldu dilimden
Haber sordum turnaların telinden
Ben ölürsem beni köye götürün
Karlı dağın yamacına yatırın
Aşiretler gelip bende yaylasın
Koyun kuzu doru tayı haylasın
Kör pınarla kuru dere çağlasın
Ben ölürsem beni köye götürün
Karlı dağın yamacına yatırın
Âşık Ziya’m yorgun düştü bedenim
Nasıl olsa yoktur kaygı güdenim
Bayramda kalmasın boyun bükerim
Ben ölürsem beni köye götürün
Karlı dağın yamacına yatırın
CEYLAN
Akşam yaylalarda ağlayan ceylan,
Dolan gözlerine bakmadılar mı?
Karamık çalısı yuvan mı senin,
Canavar gelince sakladılar mı?
Sana da mı hicran ayrılık düştü?
Anaya babaya bacıya küstü.
Bana gelecektin dün akşamüstü,
Karanlıkta çıra yakmadılar mı?
Dağlar akşamınan ala bulaca,
Kapıldım sellere bastım kulaca.
Gece yarısında gelir salaca,
Acımadan seni hakladılar mı?
Ah ceylan yalnızım, sana benzedim.
Yaylalarda doya doya gezmedim.
Karıncayı bile üzüp ezmedim.
Üzerine basıp atladılar mı?
Âşık Ziya’m duydum, vurdum dizime,
Kaç gecedir uyku girmez gözüme,
Gücüm yetmez dertli çalan sazıma,
Sarı tel dolayıp bağladılar mı?
ÇAVDAR TARLASI
Her sabah çol çocuk düşerdik yola
Yanımda sübyanlar çavdar tarlası.
Yol uzak kap kacak verirdik mola
Sırtımda tırpanlar çavdar tarlası
Güz yurdunda kalan dedemin malı
Etrafın taşlıktı karamık çalı
Uç uç böceğinden tuttuğum falı
Farkında harmanlar çavdar tarlası
Babam kenarında tırpan bilerdi
Anam pınarında kazan silerdi
Bazen bize kızar bazen gülerdi
Sırtımda yorganlar çavdar tarlası
Tırpana astığım azık torbası
Buz gibi suyunan toğga çorbası
Âşık Ziya'daki sevda yarası
Kırkında akranlar çavdar tarlası.
ÇOBAN ALİ EMMİ
Dağların başında bir ermiş kişi,
Elinde asası var Ali Emmi.
Hep şifa dağıtmak, hayırdır işi,
Pirlere yoldaştır, yar Ali Emmi.
Afşin Armutalan köyünden olur,
Derdine dermanı arayan bulur.
Allahın sevdiği, garip kuludur,
Hızırlara yoldaş pir Ali Emmi.
Susuz kalanlara suyu dağıtır,
Sürüye dadanan kurdu eğitir.
Anasız kuzuyu dağda büyütür,
Dağlara saklanır sır Ali Emmi.
Keziban anaya yoldaşlık etmiş,
Bir ömür boyunca koyunu gütmüş.
Kim darda kaldıysa, darına yetmiş,
Yanan ocaklarda kor Ali Emmi.
Dilsize dil olmuş, dilliye rehber,
Rehber edindiği Cihanı server.
Dağda rastlayanlar demişler kar ver,
Dağların başında kar Ali Emmi.
Âşık Ziya’m gördüm, öptüm elini,
Son demde hastalık bükmüş belini.
Evladı yok idi, bakmış gelini,
Gönlünde hasretin zor Ali Emmi.
YAZILDI
Ağ konakta devran süren beylerim
Namertler yurdun da işe yazıldı
Kime gidip arz edeyim hallerim
Bağlarım bozuldu kışa yazıldı
Kınalı kekliğim öter yörepte
Kervanlar almadı beni görüpte
Turnam yârin mi var Şam’da Halep’te
Göç yolunda uçan kuşa yazıldı
Soframa atlılar yayan gelirdi
Hatırımı bilen sayan gelirdi
Namımı ünümü duyan gelirdi
Gariban halimiz başa yazıldı
Atınan inerdim dağdan enişten
Eğeri deriden gemi gümüşten
İrengi dorudan huyu delişmen
Toynağıyla nalı daşa yazıldı
Düğünlerde halay başı dururdum
Yoksula yetime gölge olurdum
Ava gider avı gözden vururdum
Virane hanlarda köşe yazıldı
Seyrine doyulmaz kalenin çatı
Dolaştı açılmaz ipimim katı
Derlerse avşarın beyleri hanı
Zumzuğnan vurduğum döşe yazıldı
Şimdi köy uzakta dağlar ardında
Haber saldım giden sene Mardın da
Âşık Ziya’m geldi sanıp vardım da
Bekleme yolunu boşa yazıldı
DAĞLARA SİTEM
Karlı dağlar yol ver, gelip geçeyim,
Bu gün efkârlıyım sinem yaralı.
Ala şafaklarda çiyde çiçeğim,
Yaprağımda gözüm yaşı sıralı.
Yol vermezsen seni duman ederim,
Her dem sana bakıp kahır ederim.
Cılga yollarımdan çeker giderim,
Nazlı yar karşımda durdu duralı.
Sorduğun Mecnun'mu, yoksa ben miyim?
Kanat ver ucuna, çarpıp değmeyim,
Üç yüz atlı başı çeken bey miyim?
Kimsesiz garibim kaldım kalalı.
Âşık Ziya’m dağlar yol mu verecek?
Bedesten'de yolcum geldi gelecek,
Kevser ırmağından suyun içecek,
Ahiret'e göçüm sardım saralı.
DAĞLARIN ŞİİRİ
Dağlar insanların sesine hasret
Türküler söylenmez yamaçlarında
Çağlar derelerin içinde gurbet
Keklikler eğlenmez kıraçlarında.
Bulutlar dağlara yağmur serpeler
Sanki kulağında takmış küpeler
Pir yavşan kokulu ince tepeler
Çiçekleri açmış alıçlarında.
Kim aldı çobanı kırdı koyunu
Kim kuruttu kekliklerin soyunu
Yılkıların kara yağız tayını
Taşıdı mı dağlar kulunçlarında.
Demek ki kalmadı atlı yiğitler
Konmuyor obalar gelmez seyitler
Ağıtlara sığmaz acı meyitler
Şifalar gizlidir ilaçlarında.
Şahinler konar mı kovuklarına
Çobanlar çıkar mı doruklarına
Yağmurlar akar mı karıklarına
Suları kurumuş sarnıçlarında.
Vadiler bozulmuş dere kaybolmuş
Döşündeki orman yanmış kül olmuş
Âşık Ziya küsmüş eller yad olmuş
Gül renkli tepeler turunçlarında
DELİ ÇOCUK
İçimdeki sonsuz boşluğa doğru,
Bir çocuk koşuyor.
Çıkamadığım merdivenlere inat,
Tırmanıyor, tırmanıyor, uçuyor.
Benim küsmelerimi,
Gülmelerimi bilen,
Beni anlayan, beni tanıyan,
Çıkılmaz yokuşlara zorlayan,
Gurbete giden,
Bir daha gelmeyen O.
Kızıyorum O na,
Çocuk dur, yorma beni.
Gücüm, kuvvetim, takatim bu kadar,
Hayat budur.
Başından geçenler belli,
İstemediğim seçenekleri ben mi seçtim?
Elimden gelseydi gitmez miydim?
Kabul et, zorla bir şey değişmiyor.
Zorla giden geri gelmiyor.
Gel çocuk uslan, yorma beni.
Vazgeç şu hayallerden.
Çocukluğuna sığınıyor.
Beni yüz üstü bırakıp kaçıyorsun,
Ben çocuk olamam,
Ben seni güdemem.
Artık baba oldum,
Çoluğum, çocuğum var.
Sen hala oyunlardasın,
Karlı dağları, çamlı belleri arıyorsun.
Dön, gel oralardan,
Oralar çoktan bitti.
Ordan sana kalan,
Bir daha geri gelmeyecek hatıralar.
Gel çocuk üzme beni,
Gel, gir bedenime, dön bana.
Akşamları akışıp gelen,
Körpe kuzuları bırak.
Onlar kaldı dağlar başında.
Turnaları bırak,
Onlar kaldı Ağpınar ın taşında.
Biliyorum, anneni, babanı özlüyorsun,
Gardaşlarını gözlüyorsun,
Dayılarının yolunu bekliyorsun.
Tasınan su içtiğin helkeleri,
Burcu burcu esen yelleri,
Dağları, yayları, yörepleri istiyorsun.
Kabul et, oralar çoktan bitti.
Her akşam bir ağlamak tutturuyorsun.
Ama ben kocaman adam oldum,
Bana yakışmıyor ağlamak.
Biliyorum, doru tayı aramak,
Kır kısrağa binmek güzel de olsa,
Artık onlara binemezsin.
Yemyeşil çayırlar yok,
Onları güdemezsin.
Hadi çocuk, gel, gir şu bedenime,
Otur cüssemin içine.
Bak, ne güzel konuştuk seninle.
Hadi sen de benimle yaşlan,
Yağmurlara inat, ağlama.
Hadi tut elimden,
Vakit akşam oldu.
Akşamın kızıl grubu sarkıyor,
Tepelerin ardından.
Sen benim elimdesin artık,
Bırakmam elini.
Yaşayacağız seninle,
Bir ömür dolana kadar...
DOKTOR
El uzatma benim yarem derinde
Bıçak değme dil yarası doktor bey
Çok tabip gezerim gurbet yerinde
Gördüklerin is karası doktor bey
Eskiden çalkamacı çaldın mı
Bıyıkla beraber tasa daldın mı
Barnak gibi cigarayı sardın mı
Sanırdın tandır çırası doktor bey
Tezeğinen sobamızı yakardık
Karşısına geçip bacak çatardık
Çerçilere çavdar buğday satardık
Daşıdı terazinin darası doktor bey
Bacılarım halı kilim dokurdu
Dedem usulcacık yasin okurdu
Demlikte başlardı ince fokurdu
Anamdı evimizin kalası doktor bey
Bez alırdı anam dikerdi donu
Yattığımız yerler oymalı yönü
Eh geri anlatmam meselin sonu
Değildir sırası canım doktor bey
Ahırda çimerdik sıcak olurdu
Her hastalık gelir bizi bulurdu
Bakır tasların da torba yoğurdu
İçerdik gece yansı doktor bey
Mayane itmiye kaç gayme didin
Norüyon emşerim kafayı mı yidin
Aha şu ceketim malım mülküm servetim
Elden buldum yol parası doktor bey
Bir kutu ilaca bir etek para
Evim gecekondu üstelik kira
Kimseler bakmıyor düşünce dara
Gelmiyor insanın hapşırası doktor bey
Koley mi sanıyon gıda almayı
Sanki dürtüklüyon calip çırpmayı
Yol parası ettim sattım sıpayı
Yok cebimde yol parası doktor bey
İlaç alamassam varırım köye
Ayağımı korum sabunlu suya
Şifa bulacaktım ben senden güya
Bir el at aha şurası doktor bey
Askerde görmüştüm balı reçeli
Çobancılık yapardım sırtım keçeli
Âşık Ziya’m bu dert beni seçeli
Gitti ömrümün yarısı doktor bey
ERCİYES'E SELAM
Yine hüzünlendim bakarken sana
Eteğinde göçerlerin yozu var
Ne olur bir avuç kar gönder bana
Yüreğimde nazlı yârin közü var.
Anasız kuzuya merhem kâr etmez
Sana gelem desem dermanım yetmez
Yadırgı derlerde çobanlar gütmez
Koyağında öksüz yetim kuzu var.
Turnalara söyle beni alsınlar
Sarıgölde çalkamacı çalsınlar
Bu akşamda kenarında kalsınlar
Azığında ekmek ile tuzu var.
Mevsimler değişip, karlar yağsa da
Çimenler çiğseyip mercan sağsada
Erciyes dumanlı karlı dağsa da
Develi'den Seyrani'nin sözü var.
Kadir Mevla’m sana ayan hallerim
Hamaz yeli değdi kırgın dallarım
Her sabah her seher haber yollarım
Çiçeklerde yüreğimin gözü var.
Çıksam Hacılardan tutsan elimden
Ahbap yâren bîzar oldu dilimden
Kokuların gelsin seher yelinden
Yaylaların baharı var güzü var.
Gel, etme Erciyes, anla halimden,
Ayrılığın yaraladı derinden.
Âşık Ziya ayrı kaldı yârinden
Şu gönlümde bir incecik sızı var.
GURBET AĞZINDA
Bilinmeyen yöne kader düşürdü,
Taşını topladı, derdi deşirdi.
Demirden çanakta beni pişirdi,
Bir lokma aş etti gurbet ağzında.
Çarık çürük demez kattı önüne,
Götürdü bizleri gurbet eline.
Hasret koydu bizi sıla gülüne,
Virane taş etti gurbet ağzında.
Usandım çileden, dert ile gamdan,
Yiğitlik şanından, ardından gamdan.
Lambalı çıralı bir köhne şamdan,
Kandile boş etti gurbet ağzında.
Felekten istedim bir parça mehil,
İnsana benzeyen bir sürü sefil.
Yokmuş aklıselim, bulunmaz ehil,
Sırtımı tuş etti gurbet ağzında.
GURBET TÜRKÜSÜ
Bağlandı yollarım kaldım bu elde
Turnam gidin bizim ele uğrayın
Suna boylum şimdi bilmem ne halde
Yanan yüreğime karı doğrayın.
Kıratımı örklen yalnız söğüde
Yol verir mi karlı dağlar yiğide?
Sıralandı ahu zarım meyide,
Arkam sıra karaları bağlayın.
Mola verin Kayapınar başında,
Mektuplar gizlidir gözüm yaşında
Görürseniz ismim mezar taşında
Cığıl cığıl dere gibi çağlayın.
Azziye gediği kar mı tipi mi?
Şeleğim ağırdı çekmez ipimi
Âşık Ziya’m kaldı gurbet yetimi
Ben ağlayım siz de yürek dağlayın.
KÖŞKER DAĞININ ŞAHİNİ
Ben sekiz yaşındayım,
Köşker Dağı'nın şahini.
Bakmayın öyle kocaman adam olduğuma,
Yaşamadığım çocukluğumun ardından
Tam kırk yıl geçti
Çamurlu yollardaki ilk adım
Ne zaman başladı
Kuzey rüzgârlarının kopardığı
Islık çalan kara yelde
Ne zaman kanat çırptım
Ne zaman kuru yaprak gibi
Savruldum bilmiyorum
Diyardan diyara kaç mevsim geçti
Tutun beni korkuyorum
Hazır değilim daha uçmaya
Kanatlarım uzamadı
Zayıfım, cılızım diyesim geldi
Beceremedim
O yüzden düşe kalka büyüdüm.
Ben sekiz yaşındayım,
Köşker Dağı'nın şahini
Uzun kış gecelerinde, dağın başında
Çıtır çıtır yanan dal parçalarına bakarken
Babam bana duaları öğretti
Süphanekeyi öğrendiğimde
Babam gözümde Köşker Dağı kadardı
Tabakasından çıkardığı tütünü sararken
Gözleri hep uzaklara dalardı
Şimdi benim de gözlerim uzaklarda
Yorgun bakışlarımda
Köşker Dağı'nı ararım
Rüyalarımda bir koşu gider
Çuvallar dolusu kar getiririm
Sonra da yüreği yananlara
Kaşık kaşık dağıtırım
Ne zaman kar yağsa
Kar tanelerinin ardından koşarım
Çünkü ben hala sekiz yaşındayım
O yüzden adam olamadım
O yüzden baba olamadım
Ne atım ne yatım oldu
Sadece dünyanın bütün kaygılarını
Yüreğimde biriktirdim
Bunlar da para etmedi
Kendime ayıracak zamanım kalmadı
Tozlu gönül raflarında
Yaşamadığım çocukluğum kaldı
Çünkü ben hala sekiz yaşındayım
Köşker Dağı'nın şahini
Her şeyi bir kenara bıraktım
Sadece o çocuğu arıyorum
Rüyalarımda Hızır Aleyhiselam'a
Yalvarıyorum
Tam kırk senedir bekledim
Adı sanı olmayan
Yeri yurdu belli olmayan
Geleceği...
Sen bilirsin darda, zorda kalanı
Al beni Köşker Dağı'nın
Karlı yamaçlarına götür
Kendi gelen bodur ardıçların kucağına at,
Kevenlerinen kucak kucağa yatayım.
Çobanların ay ışığında
Yanık kaval sesini
Kör pınarın çağıldamasını
Kınalı kekliklerin ötüşünü
Kuzey rüzgârlarının ıslığını dinleyim.
Yeter...
Orda yalnızlık çekmem
Çünkü ben oralarda büyüdüm
Şehirlerde yaşlandım
Ama ben hala sekiz yaşındayım.
Köşker Dağı'nın şahini
Yüzüm çizgilerle,
Yüreğim ezgilere dolu.
Bakmayın ağladığıma,
Bakmayın kocaman adam olduğuma,
Ben hala sekiz yaşındayım,
Köşker dağının ŞAHİN'İ...
KURBAĞALAR
Yüzlerce kurbağa ötüyor gölde,
Susun dedim amma susturamadım.
Temaşa eylerler hep aynı dilde,
Kesin dedim amma kestiremedim.
Sevindim onlara yalnız değiller,
Sevgiden sevdadan daha eminler.
Belki de eşine eder yeminler,
Birini birinden küstüremedim.
Çaldığımız şarkı neyin sarkışı,
Sazlıklarda bataklığın martısı,
Bir düğün yaparlar gece yansı,
O sesi bir türlü bastıramadım.
OCAK KÜLLERİ
Anamın mübarek eli değince saca
Titreşir kıvılcımla ocak külleri
Tandır tüter, baca çekmez dahası
Anamın dilinde şükür duası
Bereketlenir yufka
Kayılır dağ gibi.
Besmelenin bereketi belli,
Anam, bacılarım, bir de
Emine bibi.
Dışarda kar yağar
Bir ince tipi
Bulut gibi sarmış tandırı.
Tandırın bacasına serçeler tünemiş
Bismillahlar la beraber çıkan
Dumanlarla ısınır.
Saman olmazsa ne yakarız?
Sap saman, tarla tapan,
Anamla birlikle yatıyor
Anamla birlikle kalkıyor.
Şimdi tandır yok, ocak yok,
En acısı anam yok.
Ben gurbette yalnızım
Anam, bacılarım bir de,
Emine bibi.
Sizleri çok özledim
Ocak külleri.
ORMANLAR
Orman milletimin gözü kulağı,
Orman elemimin düzü döleği,
Orman bebeğimin bezi beleği,
Kese kese bitirmişler ormanı.
Ala karga yuva yapmış dalına,
Birileri Musul yapmış malına.
Dur diyen olmamış Allah kuluna,
Kese kese bitirmişler ormanı.
Kimi kağnısıyla çekmiş getirmiş,
Kimi kazmasıyla sökmüş getirmiş,
Kimi yongasıyla dökmüş getirmiş,
Kese kese bitirmişler ormanı.
Şimdi tarlalarda kıraç armudu,
Gözleri yollarda bekler yağmuru.
Elde etmek için kâğıt hamuru,
Kese kese bitirmişler ormanı.
Böyle miydi Anadolu ezelden?
Görünmezmiş ağaçlardan gazelden.
Uzunyayla fistan giymiş pazenden,
Kese kese bitirmişler ormanı.
Dağların, tepenin yorganı yanmış,
Meşeler, ardıçlar hiç bitmez sanmış.
Âşık Ziya çıplak yörepte kalmış
Kese kese bitirmişler ormanı.
SALKIM SÖĞÜT
Dallarını göle uzatan,
Boynu bükük salkım söğüt.
Basında eser rüzgârlar,
Işgınları durma büyüt.
Göle konan göçmen kuşlar,
Senden bir hatıra alsın.
Aç kollarını onlara,
Dallarına yuva yapsın.
Onlarınan ne konuştun,
Sevdiğinle mi buluştun.
Ben ağacım dalım kopar,
Dünya fanidir demiştin.
Yola giden yolcu gelir,
Zaman dağları devirir.
Saçında aklar belirir,
Devranı terse çevirir.
TRENLER
Gitmeyin trenler gurbete doğru,
Gurbet uzak değil, benim içimde.
Ayrılığa düşen yalnız ben miyim?
Herkeste var amma başka biçimde.
Çığlıklar atmayın kalbim dayanmaz,
Nazlı yar uyku da uyur uyanmaz.
Varam dedim amma yayan varılmaz,
Yollar örgü olmuş yârin saçında...
Cılga yola benzer gittiğin yollar,
Yar yasımı tutmaz giyinmiş allar,
Sandım ki arkamdan bir mendil sallar,
Haftanın gününde ayın kaçında?
Bir haber getirin kalmayın garda,
Ahdım kaldı benim küstüğüm yarda,
Mola verin biraz bekleyîn orda,
Belki yar görünür tünel ucunda
TURNALAR
Gül çiçek döşeli dağlar çevresi,
Soldumola yarın benzi gamzesi...
Ağırdır feleğin zalim pençesi.
Devranı bozulan beyim turnalar.
Ardıçlı dağlara düşerse yolun,
Aygörmeze varın, atımı bulun.
Sunamın usulca halini sorun,
Ahvali perişan deyin turnalar
Sofu Osman dedemdir, Nadiye anam,
Bileği bükülmez kaleydi babam.
Bir vasıta verin köyüme varam,
Melikgazi benim köyüm turnalar
Âşık Ziya’m dağda kaldım bu kışın.
Gidin bizim ele doğru akışın.
Nazlı yar yasta mı varın bakışın.
Gaygısını güdem neyin turnalar?
TURNAM
Kanadını gölde yıkayan
Telli turnam.
Nerden geldin, nerelisin?
Hangi sazlıkta konakladın,
Annen, baban, gardaşların nerede?
Senin de benim gibi
Gurbette kalan bacın var mı?
Söyle bana, anlat derdini,
Sen benim ağladığıma aldırma,
Ben her zaman böyleyim.
Akşam olur, güneş batar,
Yatağıma yatar yatmaz
Rüyalarda köydeyim.
Anamın gül kokan koynuna,
Çocuk olur saklanırım.
Babamın sesini duyar,
Boynuna sarılırım.
Ta ki...
Gün ağarana kadar...
Gelmek istemem.
Sen susuz, ben dağsız olamam,
Başka rüya göremem.
Başka hayal kuramam,
Gün doğarken...
Çıngırak sesleriyle uyanmak isterim,
Telli turnam...
Ben yıllardır bu hayali beslerim.
Gittiğin uzak diyarlara,
Beni de götür.
Göz görmezse belki gönül katlanır
Gardaşlarım duyarsa,
Çala gırbaç atlanır.
Telli turnam,
Sen gölün mavi sularında,
Ara bul komşularını,
Sor ahbaplarını.
Çünkü ecel o kadar uzak,
Ömür o kadar uzun değildir.
Yola çıkacağın gün haber ver.
Gittiğin yerde dağlar,
Mor menevşeli yaylalar var mı?
Duzdaşı, Körpınar, Öksüzçam olmaz mı?
Anamın yün yıkadığı dereler akmaz mı?
Armutlu kayada keklikler,
Sabah ezanı ötmez mi?
Telli turnam.
Sen benim ağladığıma bakma,
Ben her zaman böyleyim.
Akşam olur, güneş batar,
Yatağıma yatar yatmaz
Rüyalarda köydeyim.
Rüyalarda köydeyim...
TÜLBENÎN ÇOBANLARI
Ben tülbenin çobanlarını sevdim,
Ayağında gardaşlar lastiği,
Gözleri ışıl, ışıl, çakmak, çakmak.
Omuzunda heybesi,
içinde kömbesi,
Sırtında hiç çıkarmadığı
Rengi solmuş göynek,
En çok havas ettiği
Tarhana çorbası içmek.
Çocuktan çoban olur mu,
Demeyin...
Daha yedi yaşında
Korkmaz mı?
Kayalardan düşmez mi?
Başına bir hal gelmez mi?
Demeyin...
O da güttüğü körpe kuzular gibi büyür,
Ardıç kuşu gibi uçar,
Çoban aldatan kuşu gibi saklanır,
Koyaklara iner.
Kayalardan yağmur suyu içer,
Kevenlerin üstün de köbelek pişirir,
Bahar da çiğdemler toplar.
Süt kesiği kokar,
Kuzular gibi büyür.
Kuzular gibi tor toraşık,
Üstü ıslak çer çerpeşik.
Amma velâkin adam olur,
Yiğit olur, mert olur.
Emmi der, dayı der.
El öpmeyi,
Hatır sormayı,
Gönül almayı,
Kaval çalmayı,
Büyüdükçe dağların dilini öğrenir.
Ben tülbenin çobanlarım sevdim,
Eli öpülesi çobanları.
Onlar, körpınarın başın da
Çökelek durümü yer.
Geceleri keçenin arasında
Daşağıl da yatarlar.
Gökteki yıldızları sayarlar.
Ün lüküs otomobili,
Boz eşşeğin sıpasıdır.
Ben tülbenin çobanlarım sevdim.
O çobanlar bana,
Çocukluğumu hatırlatır,
Anamı hatırlatır,
Gurbetteki dayılarımı hatırlatır.
Dedim ya, ben Tülbenin çobanlarını sevdim.
Çorabının biri tevir, biri bir tevir...
Elmacık kemikleri yanmış,
Sevgiye, saygıya hürmete kanmış,
Dağlar kadar yüce,
Yaylalar kadar temiz,
Siz Tülbenin çobanları,
Sizi hasretle öperiz.
ZAMANTI
Gurbet elde nazlım aklıma düştü,
Söyle benim için Zamantı söyle.
Hasret dilde, sözlüm bahtıma düştü,
Söyle benim için Zamantı söyle.
Göçerler geldi mi yazlık yurduna?
Turnalar indi mi sazlık bağrına?
Nereye gidersin dağlık ardına?
Çağla benim için Zamantı çağla.
Asırlardır aktın yorulmadın mı?
Çukur ovalarda durulmadın mı?
Bencileyin yanıp kavrulmadın mı?
Dağla benim için Zamantı dağla.
Bahar gelir, çayır çimen yürürse,
Toros dağlarını duman bürürse,
Âşık Ziya’m gurbet elde ölürse,
Ağla benim için Zamantı ağla.
ZAMANTI KALESİ
Zamantı kalesinde vurdum kekliği,
Sunama taktılar bu gün bekliği,
Şu kaya da bana kavil verdiği,
Aklıma gelince boynum bükülür.
Düşürdün yolumu Köşker dağına,
Bülbül konmaz olmuş İrem bağına,
Yarık kaya düşer yolun sağına,
Ucuzluğun suyu kaynar dökülür.
|